
Kalpteki Daralmanın Sessiz Sebebi
Bazen insan, hayatın içinde ilerlerken farkında olmadan yorulur. İşler, hedefler, ilişkiler… Her şey yerli yerindeymiş gibi görünürken, içten içe bir ağırlık çöker kalbe. Sebepsiz bir yorgunluk, adı konulmamış bir daralma sarar içini. Oysa çoğu zaman bu hâlin sebebi, sadece dünyevi meşguliyetlerin artması değil, ruhun özünü unutmaya başlamasıdır.
İnsan, var oluşunu yalnızca maddi çabalarla anlamlandırmaya başladığında kalbinde bir eksiklik doğar. O eksiklik, dünyada daha fazla uğraşmakla değil; özüne yaklaşmakla, Rabbinin huzurunda derinleşmekle tamir edilir. Çünkü dünya işleri bir araçken, insan zamanla bu araçları amaç gibi görmeye başlar. Yol kaybolmaz belki ama niyet bulanır. Ve bulanık bir niyet, en parlak başarıların içinde bile sessiz bir huzursuzluk bırakır.
Geçici Olanla Kalıcı Olanı Karıştırmak
Bazen her şey yolunda gibi görünür. Makamlar artar, hayat hızlanır, yeni hedefler belirir. Ama insanın içi sessizce daralır. Çünkü kalp bilir: Asıl hedef, asıl huzur, yalnızca geçici olanın değil, sonsuz olanın peşinden gitmektir.
Ve aslında bu bir sır değil; Rabbimiz kalbimize çoktan fısıldadı:
“Bilin ki kalpler yalnızca Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d, 28)
Kalbin huzuru, ancak onu yaratanın hatırlanmasıyla gelir.
Bu yüzden, bir insan ruhunda daralma hissettiğinde hemen dünyayı suçlamak yerine, kendi yönelişine bakmalı. Hangi anlarda Allah’ı unuttuğunu, hangi noktalarda kendi iç sesinden uzaklaştığını sorgulamalı. Çünkü çoğu zaman daralma, kayboluşun değil, çağrının işaretidir.
Hayat, insanı bazen hiç ummadığı yerlerden sınar. Belki de çok istediği bir iş, çok beklediği bir ilişki, ya da çok uğruna çabaladığı bir hedef… Gerçekleştiğinde bile tatmin vermez. İçte bir boşluk kalır. Çünkü ruh, yaratılış amacını unutmaya başladığında, hiçbir dünyevi başarı ona gerçek huzuru sunamaz.
Ve insan unuturken bile Rabbin çağrısı hep oradadır:
“Bu dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Asıl yurt ise ahiret yurdudur.” (Ankebut, 64)
İkaz Gibi Gelen Daralmalar
Bazen daralma gelir, çünkü insanın gözleri fazlasıyla dünya işlerine kaymıştır. İmtihanlar, gecikmeler, belki küçük görünse de birer ikazdır. Ruh, kendine ve sahibine dönmesi için nazikçe dürtülür. Fark edebilen için bu bir rahmettir; fark edemeyen için ise ağır bir tükenmişliğe dönüşebilir.
Daralma, insanın kendini kötü hissetmesi için değil, aslına dönmesi için bir fırsattır. Çünkü her daralan kalbin içinde bir anahtar gizlidir: Hatırlamak. Hatırlamak ki dünya sadece bir vasıta, asıl varış yeri ise Rabb’in huzurudur.
İnsan bazen kendine bile itiraf etmekte zorlanır: “Ben yorgunum. Ben doyumsuzum. Ben yönümü kaybettim.” Oysa bu itiraf, yenilgi değil; yeni bir başlangıcın habercisidir. Çünkü kim kendi eksikliğini görürse, o eksikliğin ötesine geçme şansı da vardır.
İçin Daraldığında…
Bu yüzden ruh daraldığında, insan kendine en çok şu soruyu sormalıdır: “Ne için çalışıyorum? Ne için koşturuyorum? Asıl amacım neydi?” Bu sorularla yüzleşmek, kalbin kapılarını yeniden aralamak gibidir. İnsanı ağır ağır hafifleten, dünyanın yükünü omuzlarından alan bir ilk adım…
Ve belki de en güzel hakikat şudur:
Allah, kullarını yalnızca nimetlerle değil, zaman zaman yokluklarla, suskunluklarla, daralmalarla da sever. Çünkü kalbin kıymeti, neşeli anlarda değil; en sessiz gecelerde belli olur.
Çünkü O, şöyle fısıldamıştı kalplerimize:
“Elbette sizi biraz korku, biraz açlık, biraz mal, can ve ürün eksikliği ile imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjde olsun.”(Bakara, 155)
Sessiz Bir Çağrı
İşte böyle anlarda insan, kendi aczini ve muhtaçlığını daha derinden hisseder. Ve en saf, en gerçek duasını o zaman fısıldar: “Benim asıl yurdum burası değil. Ben asıl sana dönmek istiyorum.”
Ruhun daraldığı an, dünyanın kalabalığından bir adım geri çekilme zamanıdır. Çünkü dışarıda eksik ararken, içindeki tamlıktan uzaklaşmış olabilirsin. Belki de en çok ihtiyaç duyduğun şey, susup kendi içinin kapılarını aralamaktır.
Bu yazı bir öğüt değil; bir hatırlayış.
Her ruh, zaman zaman yorulur. Her insan bazen daralır.
Ama unutma:
Daralmanın içinde bile bir şifa saklıdır.
Çünkü insanın kalbi, yalnızca dünyayı doldurmakla değil, özünü hatırlamakla ferahlar.
Ve belki de şimdi, bu satırları okurken,
kendi içinde o eski sessiz çağrıyı duyuyorsundur:
“Dön. Hatırla. Sana şah damarından daha yakın olanı unutma.”